PAYLAŞKÖY MASALI
Bölüm 1: Başak'ın Çığlığı ve Paylaşköy'ün Doğuşu
Bir vardı bir yoktu… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, uzun zaman önce, çok çok uzak bir vadide küçük ama bereketli bir köy vardı. Köyün ağaçları rengârenk meyvelerle, tarlaları her türden sebzelerle, otlakları çeşit çeşit hayvanlarla dolup taşardı. Uzaktan bakanlar bolluk içinde yaşayan bir köy görürlerdi. Bolluk var olmasına vardı ama herkes bu bolluktan faydalanamazdı. Çünkü bu köyde zalim mi zalim, gaddar mı gaddar bir ağa hüküm sürerdi. Köylülerin ürettiği her şeyi ellerinden alır, onlara hayatta kalacakları kadar yiyecek bırakırdı. Ağanın yaşadığı Taş Konak'ın kilerleri yiyecekle dolup taşarken, köylü yarı aç yarı tok gezerdi. Ağanın adamları köylülere zulmeder, herkesin yüreğine korku salardı. Ne zaman farklı bir ses yükselse, bu sesin sahibi kendini Taş Konak'ın zindanında bulurdu. Diğer köylüler de korktukları için seslerini çıkartamazlardı. Ne zaman biri, çocukların karnı doymadığı için ağadan habersiz onlara yiyecek verse, başka bir köylü onu hemen ağaya ihbar eder, ödül olarak fazladan yiyeceğini alırdı. Korku ve çıkara dayalı bu düzen köydeki hayatı olumsuz etkilerdi. Köyde kimse birbiriyle yardımlaşmaz, her ev kendi kaderini yaşardı. İnsanlar mutsuz, gelecek umutsuzdu.
Köyde Başak adında bir çocuk yaşardı. Başak meraklı gözlerle etrafına bakar, olan her şeyi tüm dikkatiyle izlerdi. Cesurdu, yanlış gördüğü şeyleri sorgulamaktan korkmazdı.
Bir gün ağanın adamları köydeki tüm mahsulü alıp gitmiş, geride hiçbir şey bırakmamıştı. Köylü tarlalarının başında ne yapacağını bilemeden kalmıştı, sessizliği Başak'ın çığlığı bozdu:
"Neden duruyoruz? Bu tarlalar, bu ağaçlar bizim değil mi? Bizim ellerimizle dikildi, sularımızla sulandı, emeğimizle büyüdü. Neden paylaşmıyoruz, neden ağa yiyebileceğinden fazlasını alırken biz aç kalıyoruz?"
Her kafadan bir ses çıkmaya başladı. Kimi Başak'ın söylediklerini haklı buldu, kimi ağa bu sözleri duyarsa başlarına gelecekleri düşünerek korktu. Başak "Birlik olursak hiç kimse aç kalmaz." diyerek tartışmaya son noktayı koydu.
O günden sonra köylüler gizlice ürünlerini paylaşmaya başladılar. Ağadan gizli olarak önce kendi ihtiyaçlarını alıyorlar, kalanı ağaya yolluyorlardı. Herkes doyduğu için durumu ağaya bildiren de yoktu. Herkes mutluydu. Köylüler köye "Paylaşköy" demeye başladılar. Bu sadece bir isim değil, aynı zamanda bir yaşama şekliydi.
Başak köyün yeni hâlini çok sevmişti. Başucunda duran deftere bir not düştü:
"Birlik olup paylaşırsak hiç kimse aç kalmaz."
Bölüm 2: Taş Konak'ın Düşüşü
Paylaşköy'de paylaşım ve dayanışma, tohumlar gibi toprağın altında sessizce çoğalmıştı. Köylüler el ele her türlü zorluğun üstesinden gelmeyi başarmıştı. Artık ağanın kileri eskisi kadar dolmuyordu. Ağa bu durumdan rahatsız olmuştu. En güvendiği adamını mahsulün neden azaldığını araştırması için köye gönderdi. Ağanın adamı gizlice köylüyü seyretti ve durumu anladı. Ağa olanları öğrenir öğrenmez adamlarını toplayıp köyün meydanına indi, önüne gelene bağırıyor ve hakaretler ediyordu. "Hepiniz benim sayemde doyuyorsunuz, bunu unutmayın! Bana karşı gelen evinden olur ve aç kalır!" diye bağırarak köylüyü korkutmaya çalıştı. Ama bu sefer eskisi gibi olmuyordu. Kimse başını önüne eğmiyor, aksine parlayan gözlerle ağanın gözlerinin içine bakıyordu. Köyün yaşlılarından biri "Biz aç kalmayı kabul etmiyoruz. Paylaşırsak hepimiz doyarız. Hepimizi kovmaya gücün yetecek mi?" dedi. Ağa öfkesinden deliye dönmüştü. Ne yapacağını bilmez halde kalabalığa bakarken kendi çocuklarının da köylüler arasında olduğunu gördü. En büyük çocuğu "Baba, hatalı olan sensin, köylüler haklı. Bizde onların yanındayız." dediğinde ağanın adamlarının çoğu da köylülerin safına katıldı. Ağa için yolun sonu gelmişti. O gece gizlice köyü terk etti.
Ertesi sabah köylüler Taş Konak'ın kapılarını ardına kadar açık buldu. Köylü Taş Konak'ın avlusunda toplandı. Köyün en yaşlısı olan bir kadın kararlı bir şekilde "Bu konak artık bizimdir. Tarlalar, bağlar ve hayvanlar da öyle. Artık hepsi ortak malımızdır." diye haykırdı. Herkes kabul etti ve Taş Konak'ın tüm köyün sosyal alanı, kütüphane ve çocukların oyun alanı olarak kullanılmasına oy birliğiyle karar verildi.
Başak o gece uyumak için yatağına yattığında çok mutluydu. Defterine bir cümle daha ekledi:
"Korkunun zinciri kırıldığında özgürlük başlar."
Bölüm 3: Ortak Üretim Sistemi
Ağanın gidişiyle Paylaşköy'de sadece korkunun gölgesi kalkmamış, aynı zamanda toprağın üzerindeki mülkiyet zincirleri de kırılmıştı. Tarlalar, bağlar ve bahçeler artık tek bir kişinin değil, bütün köyün malıydı. Köylüler, ilk defa gerçekten kendileri için çalıştıklarını hissediyorlardı. Sabahları güneşin ilk ışıklarıyla uyanıyor, tarlalarına her zamanki gibi gidiyorlardı, ancak bu sefer adımları daha hafif, yüzlerindeki gülümsemeler daha samimiydi. Artık kimse fısıldayarak konuşmuyordu. Herkes fikirlerini yüksek sesle söyleyebiliyordu.
Eski düzenin getirdiği tembellik ve bezginlik, yerini coşku dolu bir faaliyete bırakmıştı. Köyün bütün erkekleri, kadınları ve hatta çocukları bir araya gelerek iş bölümü yapmaya başladı. Tarlalar birlikte ekildi, hayvanlar birlikte bakıldı. Herkes aynı amaç için, kendi geleceği için çalışmanın heyecanını yaşıyordu. Ne tembellik yapıyor ne de acele ediyorlardı. Elele, huzur içinde çalışıyorlardı.
Hasat zamanı geldiğinde köyde büyük bir sevinç vardı. Buğdaylar biçildi ve değirmende un haline getirildi. Sebzeler, meyveler özenle toplandı. Tüm mahsul köyün meydanındaki büyük çınar ağacının altında taşındı. Herkesin ihtiyacına göre paylaştırıldı. Eskiden Taş Konak'ın kilerini dolduran yiyecekler şimdi köylülerin evlerini doldurdu. Tüm işlerin bittiği günün akşamı köyün meydanı adeta bir şenlik yerine döndü. Bu bir hasat şenliğiydi. Ulu çınarın altına sofralar kuruldu. Hep birlikte yemekler yendi, hep bir ağızdan şarkılar söylendi. Tüm köy mutluydu. Birlikte emek vermiş, birlikte doymuşlardı. İşi de paylaşmışlardı, ekmeği de. Şimdi de mutluluğu paylaşıyorlardı.
Şenlik sonrası Başak defterine şunları yazdı:
"Emeğin şarkısı herkes için aynı melodiyi çalar."
Bölüm 4: Meclis ve Karar Ağacı
Paylaşköy'de bolluk artık herkesin yüzüne yansıyordu. Sofralar dolu, çocukların gözleri parlak, yarınlar umut doluydu. Fakat eksik olan bir nokta kalmıştı. Yeni düzenin getirdiği bu güzellikleri korumak için bazı kurallar belirlenmesi gerekiyordu. Bu bolluğu kim yönetecek, kararlar nasıl alınacaktı? Köydeki herkes, bu sorunun cevabını arıyordu. Ağanın otoriter ve baskıcı yönetiminden sonra, kimsenin başkasının emri altında yaşamak gibi bir niyeti yoktu. Köyün yönetimini bir kişinin eline bırakmak, eski kötü günlere dönme korkusunu da beraberinde getiriyordu.
Bir sabah köylüler, meydandaki ulu çınarın altında toplandılar. Bu çınar, gövdesiyle köyü koruyan, dallarıyla gökyüzüne uzanan bir ağaçtı. Yaşlılardan biri, bastonuna yaslanarak söz aldı: "Yıllarca tek bir kişinin buyruğuyla yaşadık. Şimdi özgürüz. Bundan sonra kararları hep birlikte vermeliyiz." Gençlerden biri heyecanla ekledi: "O zaman herkes sırayla konuşsun. Kimsenin sözü yarıda kalmasın!"
Kadınlar, erkekler, çocuklar… Herkesin bir fikri vardı. Bu fikirler sırayla anlatıldı. Her söz, çınarın gölgesinde yankılandı. Başak büyük bir dikkatle dinliyordu. "Bir ağacın dalları gibi," diye düşündü, "her bir söz farklı ama aynı gövdeden çıkıyor."
Sorunlar tartışıldı, kararlar alındı. Böylece o gün, ulu çınarın altında büyük bir meclis doğdu. Artık belirli aralıklarla meclis toplanacak, kararlar tüm fikirler dinlendikten sonra hep birlikte alınacaktı. O günden sonra ulu çınara "Karar Ağacı" adı verildi. Paylaşköy, artık sadece bir yaşam biçimi değil, aynı zamanda demokratik bir yönetim modeli haline gelmişti.
Başak defterini açtı ve heyecanla yazdı:
"Kararları tek kişi değil bütün köy verir."
Bölüm 5: Komşu Köylerle Köprü
Paylaşköy'de hayat, çınarın gölgesinde alınan kararlarla akıyordu. Tarlalar bereketle doluyor, sofralar şenleniyor, kimse aç kalmıyordu. Ama köyün sınırlarının ötesinde, başka köylerde hâlâ açlık ve yoksulluk hüküm sürüyordu. Yakın köylerdeki insanlar, Paylaşköy'de yaşanan bu mucizeyi duyuyor, hayretle ve merakla dinliyorlardı. "Nasıl olur?" diye soruyorlardı. "Karnı tok, yüzü gülen köylüler mi? Bu nasıl bir yer?"
Bu köylerden biri uzun süredir kuraklıkla mücadele ediyordu. Tarlaları kurumuş, hayvanları susuz kalmıştı. Köylüleri açlık ve çaresizlik içinde yaşıyordu. Bir gün bu köyden bir heyet umutsuz bir şekilde Paylaşköy'e geldi. Başlarında köyün yaşlılarından bir kadın vardı. Yüzü, çektiği acılarla dolu derin çizgilerle kaplıydı. Paylaşköy'ün girişinde onları ilk karşılayan Başak oldu. Yaşlı kadın, Başak'ın meraklı ve sevgi dolu gözlerini görünce umutla doldu.
Köy meclisi Karar Ağacı altında toplandı ve komşu köyden gelenleri dinledi. Gelenler dertlerini anlattı. Köyde bir sessizlik oldu, herkes düşüncelere dalmıştı. Sonra yavaş yavaş sesler çıkmaya başladı. Kimisi yardım etmek isterken, kimisi de kendi emeklerinin, kendi bolluklarının paylaşılması fikrinden çekiniyordu. Başak söz aldı: "Bizim tarlalarımız, bizim emeklerimiz sadece bize ait değildir. Emeğin ve dayanışmanın bereketi, sınırları aşar. Bugün onlara yardım etmezsek, yarın bizim de başımıza bir felaket geldiğinde kimse bize yardım etmez. Unutmayın, birlik sadece bizim köyümüzün değil, bütün yurdun gücüdür." dedi.
Başak'ın sözleri, köylülerin yüreklerine dokundu. Onlar da zamanında ne kadar zorluklar çektiklerini hatırladılar. Karar Ağacı'nın altında toplanan mecliste, oy birliğiyle komşu köye yardım etmeye karar verildi. Öncelikle komşu köye yiyecek yollandı. İki köy güçlerini birleştirerek Paylaşköy'den komşu köye su hattı çekti. Bir süre sonra komşu köyün tarlaları yeşermeye başlamıştı. Komşu köyün sakinleri, Paylaşköy'de yaşananları kendi gözleriyle görmüş, paylaşmanın ve dayanışmanın gücüne inanmışlardı. Onlar da kendi aralarında bir meclis kurdular, ürünlerini eşitçe paylaşmaya başladılar. Köyün toprakları, dayanışma sayesinde yeniden hayat bulmuştu. Bu, sadece bir yardım değil, bir fikir tohumunun başka bir toprağa ekilmesiydi.
Zamanla, çevredeki diğer köyler de Paylaşköy'ün bu dayanışma ruhunu duydu. Bazıları tohumlarını, bazıları bilgilerini, bazıları ise emeklerini paylaşmak için Paylaşköy'e gelmeye başladı. Köyler arasında bir köprü kurulmuştu. Artık herkes biliyordu ki, kimse tek başına güçlü değildi; gerçek güç, bir araya gelmekte ve paylaşmaktaydı.
Başak gururla defterine bir söz daha ekledi:
"Birlik, bir köyün değil, bütün yurdun gücüdür."
Bölüm 6: Bilginin Paylaşımı
Paylaşköy ve çevresindeki köylerde bolluk ve bereket, tarlalardan fışkıran su gibi çağlamış, herkesin karnı doymuş, yüzü gülen bir hal almıştı. Köylüler çok çalışkandı, elleri toprağı biliyor, kalpleri birbirini seviyordu ama birçoğu ne okumayı ne de yazmayı biliyordu. Gece Karar Ağacı'nın altında toplanan mecliste konuşulan konular, sadece kulaktan kulağa yayılan birer bilgi olarak kalıyordu.
Taş Konak'ın bir kısmı okul olarak düzenlendi. Öncelikle bilmeyenlere okuma yazma öğretildi. Daha sonra tarım, hayvancılık gibi günlük konularda eğitimler başladı. Komşu köyden gelen bir öğretmen çocuklara doğayı, mevsimleri, yıldızları anlattı. Köyün yaşlıları bilgi birikimlerini çocuklara aktardı ve tüm bunlar kitap haline getirilip Taş Konak'taki kütüphaneye eklendi. Köy meclisinde konuşulanlar ve alınan kararlar da defterlere kaydedilip kütüphanedeki yerlerini aldı. Kütüphane, gelecek nesiller için büyük bir miras hâline gelmişti. Köylüler, artık sadece toprağı değil, aynı zamanda bilgiyi de ekiyorlardı. Bu bilgi tohumları, hayâller, yeni fikirler ve umutlar olarak filizleniyordu.
Başak köydeki her şeyi ilgiyle takip ediyor, olan biteni defterine kaydediyordu. Artık Paylaşköy'ün hikâyesi, sadece kulaktan kulağa anlatılan bir masal değil, Başak'ın defterinde saklı bir hazineydi.
Başak defterine bir satır daha ekledi:
"Bilgi, en değerli tohumdur."
Bölüm 7: Köyün Renkleri ve Sesleri
Paylaşköy'de tohumlar toprağa, bilgi ise zihinlere ekilmişti. Ancak insanlar sadece karınlarıyla ve akıllarıyla yaşamazdı; ruhları da beslenmeye ihtiyaç duyardı. Bolluk ve bilgi, köyün tüm atmosferini değiştirmişti. Artık sadece çalışıp üretmiyor, aynı zamanda birlikte gülüp eğleniyorlardı. Köy meydanı, artık sadece toplanma ve karar alma yeri değil, aynı zamanda bir sahneydi.
Bu kültürel uyanışın en güzel göstergelerinden biri de sanatın köyde yeşermesiydi. Gençler, artık boş vakitlerinde sadece sohbet etmekle kalmıyor, Karar Ağacı'nın etrafında toplanıp saz çalıp türkü söylüyorlardı. Sesleri o kadar içten, o kadar güçlüydü ki, nehrin sesi bile onların neşeli melodilerine karışıyordu. Yaşlılar, ocak başı sohbetlerinde eski masalları, destanları anlatıyorlardı. Artık bu masallar, sadece birer hikâye değil, geçmişin ve geleceğin köprüsüydü. Resim çizenler resimlerini Taş Konak'ta sergiliyordu.
Sanatın bu kadar yaygınlaşmasının en büyük sebebi, herkesin bu üretime eşit katkıda bulunabilmesiydi. Sanat da bütün köyün malıydı. Bir kişi şiir yazıyor, diğeri o şiiri bir şarkıya dönüştürüyor, bir diğeri de bu şarkının melodisine uygun bir enstrüman çalıyordu. Her alanda olduğu gibi sanatta da dayanışma ön plana çıkıyordu.
O yılki hasat şenliği bir kültür şölenine dönüşmüştü. Köy meydanı sazların, şiirlerin, oyunların ve kahkahaların sahnesine dönüştü. Ulu çınarın yaprakları altında alkışlar hiç eksik olmadı.
Başak o gece yorgun ama mutlu bir şeklide defterine bir cümle ekledi:
"Birlikte söylenen türkü hiç susmaz."
Bölüm 8: Gelecek Nesillerin Umudu
Paylaşköy'de yıllar birbirini kovaladı. Tarlalarda yine imece vardı, sofralarda yine bolluk… Ama köyün en büyük sevinci çocuklardı. Çünkü çocuklar, bu masalın gerçek taşıyıcılarıydı. Köyün yaşlıları her fırsatta derdi ki: "Bizim emeğimiz bugünü kurdu, ama yarını kuracak olan sizsiniz."
Çocuklar artık yalnızca oyun oynamıyordu. Onlara öğretilen şarkıları ezberliyor, masalları kendi dilleriyle yeniden anlatıyorlardı. Küçük eller, büyüklerin tuttuğu sabanı tutmaya başlıyor, aynı zamanda kalemlerle defterlere kendi hikâyelerini yazıyordu.
Bir akşamüstü, köyün meydanında büyük bir halka kuruldu. Ortada çocuklar vardı. Her biri sırayla Paylaşköy'ün öyküsünü kendi cümleleriyle anlattı. Biri ağanın nasıl gittiğini, diğeri nasıl paylaşmayı öğrendiklerini söyledi. Küçüklerden biri yüksek sesle şöyle dedi: "Biz büyüdüğümüzde de köyümüz hep böyle olacak. Daha çok oyun kuracağız, daha çok türkü söyleyeceğiz."
Başak onları dinlerken içi umutla doldu. Çünkü gördü ki Paylaşköy artık sadece geçmişin bir hikâyesi değil, geleceğin de yol göstericisiydi. Çocukların gözlerindeki ışıltı, köyün asıl hazinesi olmuştu.
Bir gün yeni doğan bir bebeğin sesi horozların sabah ötüşüne karıştı. Köylüler beşiğin başında toplandı. Yaşlılardan biri bebeğin minik ellerine bakıp şöyle dedi: "Gelecek bu ellerin içinde büyüyor. Bizim görevimiz, ona özgür ve umutlu bir dünya bırakmak."
Başak sessizce düşündü. Artık kendi çocukluğu geride kalıyordu, ama yeni çocuklar bu masalı sürdürecekti. Köyde anlatılan her söz, söylenen her türkü, çizilen her resim onlara emanet olacaktı.
O gece defterini açtı ve titiz bir yazıyla şu cümleyi yazdı:
"Gelecek, umutla büyüyen çocukların ellerindedir."
Bölüm 9: Paylaşköy'ün Sonsuz Şarkısı
Paylaşköy artık yalnızca bir köy değildi. Çevredeki köyler onun adını duymuş, oradaki bolluğu, dayanışmayı, şarkıları işitmişti. Önce merakla bakanlar, sonra kuşkuyla yaklaşanlar, sonunda Paylaşköy'ün kapısından içeri girmişti.
Bir gün çok uzaklardan gelen bir köylü şöyle dedi: "Bizim tarlalarımız da var, ama hepimiz yoksuluz. Sizin sırrınız nedir?" Köylüler gülümsedi. Başak öne çıktı ve yanıtladı: "Birimizin ekmeği, hepimizin ekmeği oldu. Birimizin türküsü, hepimizin türküsü oldu. Sır dediğiniz, paylaşmaktır." Bu söz kulaktan kulağa yayıldı. Kimi köyler önce tohum paylaştı, kimileri iş gücünü, kimileri bilgisini… Çok geçmeden çok uzak köyler bile bir ağacın dalları gibi birbirine bağlandı. Her köy kendi emeğini kattı, her köyün sofrası büyüdü.
Artık Paylaşköy, yalnızca bir köyün adı değil, bir fikrin adıydı. Nerede dayanışma varsa orada Paylaşköy'den bir ses duyuluyordu. Nerede bir çocuk adaleti hayâl etse, orada Başak'ın defterinden taşan cümleler yankılanıyordu.
Yaşlılardan biri bir gün şöyle dedi: "Bu köy bir masal gibi başladı. Ama artık masalların ötesine geçti. Çünkü bizden sonra gelenler de bu yolu sürdürecek."
Akşam olduğunda meydanda herkes bir araya geldi. Sazların tınısı göğe yükseldi, türküler rüzgârla uzak diyarlara taşındı. Köyün sınırları yok olmuş, paylaşmanın sesi ufuklara yayılmıştı.
Başak o gece defterini son kez açtı. Yavaşça son cümlesini yazdı:
"Paylaşmak hiç bitmeyen bir şarkıdır."
Ve böylece Paylaşköy'ün masalı, bir köyden başlayan yolculuğun bütün dünyayı değiştirecek bir umuda dönüştüğü yerde sona erdi. Ama aslında hiç bitmedi… Çünkü masallar unutulabilir, ama şarkılar paylaşıldıkça yaşamaya devam eder.