DENİZ KIYISINDAKİ HATIRALAR
O sabah, her şey biraz daha soluktu. Gökyüzünde yıkanmamış cam gibi bir pus; içimde ise tarifsiz bir sızı vardı. Sessizce odanın içinde dolaşan düşünceler, beni durup dururken çocukluğuma götürdü. Uzun süredir hatırlamadığım bir isim, usulca zihnimin kıyısına vurdu: Oğuz.
İçimde ince bir rüzgâr esti o an. Hafızamın derinliklerinden gelen bir ses gibi... ve ben, ona karşı koyamadım. Ayaklarım beni çocukluğumuzun denizine, taş sektirdiğimiz kıyıya götürdü. Her şey o kadar tanıdıktı ki... Rüzgâr bile yıllar öncesinden kalma bir şarkıyı mırıldanıyordu sanki.
Ayakkabılarımı çıkardım. Ayaklarım ıslak kuma değdiğinde, zamanın üzerine serdiği kalın örtü yavaşça aralandı. Sanki tüm geçmiş, denizin kıyısında unuttuğum bir kitap gibi sayfalarını bana açtı. Her adımda, içimde büyüyen sessizlik daha da konuşkanlaştı. Kumun içindeki taşlar gibi, ben de yerimden kıpırdıyor, ama hâlâ aynı yerde kalıyordum.
Birden bir ses duydum. Bana sesleniyordu. Kulaklarım değil, kalbim duydu o sesi. Tanıdıktı. Çocukluğumun en parlak, en saf sesiydi bu. Oğuz'un sesi…
"Üç kere sektirdim! Sen de dene!"
Dönüp baktım. Kimse yoktu elbette. Ama bir şey vardı orada. Hissedilen, görünenin ötesinde... Gözlerimi kapadım, onunla oynadığımız günleri düşündüm. Denize attığımız hayâlleri, güneşin altında kuruduğumuz sessizliği... Ne çok şey vardı o günlerde. Ve ne kadar az şeye ihtiyaç duyardık mutlu olmak için.
Kumların üstüne oturdum. Avuçlarıma aldığım ıslaklığı sıktım, parmaklarımın arasından süzülen taneler gibi yıllar da akıp gidiyordu.
"Biz nereye kaybolduk, Oğuz?" dedim. "Cebimize umutlar koyup koşturduğumuz o yolları nasıl bu kadar unuttuk?"
O an anladım ki, içimde kaybettiğimi sandığım ne varsa, hâlâ oradaydı. Sadece susturmuştum. Oğuz'un sesi, yıllardır içimde konuşmaya cesaret edemeyen yanımı uyandırmıştı.
Sonraki günlerde hep geldim sahile. Yanımda bir defter taşıdım. Her sayfasına ona yazdım. Bazen bir çocuk gibi, bazen yorgun bir adam gibi… Ama hep içten, hep dürüst. Her cümle, içimdeki ağırlıktan bir parça daha kopardı. Yazdıkça hafifledim. Anladım ki, sadece geçmişi değil, kendimi de affetmeye ihtiyacım varmış.
Ve bir sabah, deniz sakindi. Gökyüzü biraz daha berraktı. Dalgalar kıyıya usulca vururken, içimden bir gülümseme süzüldü.
"İyi ki vardın Oğuz," dedim. "İyi ki o günleri seninle paylaştım. Ve iyi ki hâlâ buradasın… Bir anı gibi değil, içimde yaşayan bir umut gibi."