DÖNGÜ

   Meydana komşu olan tarihi caminin bahçe duvarının önünde, bir ağacın altında bekliyordu genç adam. Sevdiği insan, az sonra bir bahar güneşi gibi gününü aydınlatacaktı. Heyecanlıydı, onu beklerken kendini hep aynı heyecanın içinde bulurdu. Yıllardır değişmemişti bu durum, hatta gittikçe artan bir heyecan söz konusuydu. Bu heyecan daha ne kadar sürebilir, diye düşündü. Ona yaşam enerjisi veren bu durum bir yandan da onu içten içe çürütüyordu. Dünya böyle tezat durumlar üzerine kuruluydu galiba, dengeyi sağlayan siyah ve beyazın birlikteliği olmalıydı. Saatine baktı, yine geç kaldı, diye düşünürken önünden geçen 5-6 yaşlarındaki boncuk gözlü kız çocuğuna kaydı dikkati.

   Küçük kız, elini tutan annesinin peşinden savruluyordu. Annesine niye bu kadar acele ettiklerini sordu, annesi çok geç kaldıklarını ve hızlı olmaları gerektiğini söyledi. Büyüklere anlam veremiyordu bir türlü, onların hep işi vardı, hep koşuşturuyorlardı. Oysa o etrafını izlemeye çalışıyor; gördüklerini, duyduklarını ve hissettiklerini anlamlandırmak için uğraşıyordu. Mesela; bir oyuncakçının önünden geçerken uzun uzun vitrine bakmak istiyordu, bir kedi gördüğünde durup onu sevmek, güzel bir çiçek gördüğünde durup onu incelemek ya da kuşları izlemek... Büyükler her şeyi çok hızlı yaşıyordu, böyle olunca da birçok şeyin farkına varamıyorlardı. Oysa dışarıdaki dünya içimizdekinden çok farklıydı; görülmesi, anlaşılması ve öğrenilmesi gereken çok şey vardı etrafta. Ama annesi onu hep elinden tutup çekiştiriyordu, böyle olunca da çevrede olan biteni anlayamıyordu. Zaten çevresindeki insanlar ondan uzundu, kalabalığın içinde doğru düzgün bir şey göremiyordu. Hızlı adımlarla annesine yetişmeye çalışırken yolun kenarında bir kurbağa gördü. Anne kurbağaya bak, diye bağırdı. Annesi; boş ver kurbağayı da hızlı ol, dedi. Bu kalabalık meydandaki bir kurbağa bile annesini şaşırtmıyordu, timsah görse ona bile şaşırmayacaktı belki. Büyükler çok tuhaf varlıklar diye düşünürken uzun saçlı, kırmızı paltolu bir ablayla göz göze geldi. Abla yoldan geçen insanlara elindeki kağıtları dağıtıyordu. Annesine de bir tane uzattı, annesi ablaya bakmadan onu çekiştirmeye devam etti.

   Kırmızı paltolu genç kadın önünden geçen küçük kıza gülümsedi, küçük kız ona el sallayarak annesiyle beraber uzaklaştı. Dağıttığı bildirinin başlığında "Haziranda Ölmek Zor" yazıyordu, bildirinin kırmızı büyük puntolarla yazılmış başlığına bakarken "Gece leylâk ve tomurcuk kokuyor" dedi kendi kendine. Bildiri; eşit bir yaşamdan, adil bir dünyadan, bağımsız bir ülkeden, özgür yarınlardan bahsediyordu. Ulaşmak mümkün müydü tüm bunlara, insanın önündeki en büyük engel yine insan değil miydi? Ne demişti Pir Sultan Abdal; "Demiri demirle dövdüler, biri sıcak biri soğuktu; insanı insanla kırdılar, biri aç biri toktu." Olayın özeti buydu aslında; bir yanda varlık içinde yaşayan azınlık, diğer yanda yokluk içindeki çoğunluk. Azınlık çoğunluğa hükmediyordu, bunu da karnını doyurduklarına diğerlerini kırdırarak başarıyorlardı. Bu dünya düzeni -daha doğrusu düzensizliği- içinde zenginler servetlerini büyütürken, yoksullar her geçen gün daha da yoksullaşıyordu. Verilen mücadele bu düzeni yıkmak ve daha adil bir düzen kurmak içindi. Aklından bunlar geçerken bir yandan da geçenlere bildiri vermeye çalışıyordu ama çoğunluk almıyordu bildiriyi. Belki korkuyorlar belki de bu konu ilgilerini çekmiyordu ama bu kavga onlar içindi, bu mücadele tüm yurttaşların iyi bir hayat sürmesi için veriliyordu. Önünden geçen genç adama uzattı bildiriyi, genç adam sert bir bakış atarak bildiriyi almadan uzaklaştı. Seni de kurtaracağız, dedi genç kadın içinden, o gün geldiğinde sen de bize teşekkür edeceksin.

   Bunlar da dağıttıkları kağıtlarla ülkeyi kurtaracaklarını zannediyorlar, dedi milliyetçi genç adam kendi kendine ve hızla uzaklaştı bildiri dağıtan genç kadının yanından. Bayrak, ezan bilmeyen insanlar vatandan bahsediyorlar, bunca düşmanın arasında barıştan bahsediyorlar. Türkün Türk'ten başka dostu yoktur diye anlatıyoruz ama anlamıyorlar. Önce memleketi düşmanlardan ve hainlerden temizlemek gerek, gerisi kendiliğinden gelir zaten. Kendi kendine konuşarak tramvaya doğru yöneldi, inmekte olan orta yaşlı bir adama yol verdikten sonra tramvaya bindi.

   Orta yaşlı adam tramvaydan indi ve hızlı adımlarla yürümeye başladı. Meydan kalabalıktı, insanlar koşuşturmaca içindeydi. Adam ay sonunu nasıl getireceğinin hesabını yapmaya çalışıyordu, son yıllarda geçim sıkıntısı çok artmıştı. Her şeyin fiyatı artarken geliri pek artmamış, mutfak masraflarına bile zor yetişir bir duruma gelmişti. İhtiyaçlar hiç bitmiyor, gelirler ile giderler arasındaki fark giderler yönünde gittikçe büyüyordu. Liseye giden oğlunun ayakkabıya, küçük kızının okul kıyafetine ihtiyacı vardı ama o daha faturaları bile ödeyememişti. Oğlu bu yıl üniversite sınavına girecekti, kazanırsa bu iş nasıl olacak, oğlunu nasıl okutacaktı? Yoksulluk alın yazısı mıydı, kim karar veriyordu kimin zengin kimin yoksul olacağına, kimin bu dünyada cenneti yaşarken kimin cehennem içinde yaşayacağına? Bu düzensizliği düzene çevirmenin bir çaresi olmalıydı mutlaka, elbet bir çıkış yolu vardı. Bu düşüncelere dalmış bir şekilde kalabalık içinde yürümeye çalışırken, giyiminden zengin olduğu anlaşılan bir kadın omuzuna çarparak onu daldığı düşüncelerden uyandırdı.

   Kadın çarptığı adamdan özür dileyerek acele eden adımlarla yürümeye devam etti. Bir sürü alışveriş yapmıştı; ayakkabılar, elbiseler, makyaj malzemeleri ile dolu poşetler ile kalabalık içinde yürürken zorlanıyordu. Arkadaşları onu şehrin en lüks restoranında öğle yemeği için bekledikleri için acele etmeliydi, sonra da akşam katılacağı davete hazırlık yapmak için kuaföre yetişmesi gerekiyordu. Bir yandan plan yapıp bir yandan da arabasına gitmeye çalışırken, ona doğru yaklaşmakta olan polis memurunu fark etti. Arabasını park etmenin yasak olduğu bir yere bırakmıştı, koşarak arabasına bindi ve ceza yemeden oradan uzaklaştı.

   Polis memuru ne kadını ne de park yasağı olan yerdeki arabayı fark etmişti. Bu sabah onu zorlayan bir olay yaşamıştı, gördükleri aklından gitmiyordu bir türlü. Sabahın ilk saatlerinde intihar ihbarı üzerine şehrin yoksul mahallelerinden birindeki tek katlı, gecekondu olarak tabir edilebilecek bir eve gitmişti. Eve girdiğinde ağır bir koku ile karşılaşmış, kokunun kaynağına doğru gidince ip ile tavana asılmış genç bir adam cesediyle karşılaşmıştı. Cesedin morarmış ve kokmaya başlamış olduğu göz önüne alındığında olayın üzerinde birkaç gün geçtiği anlaşılıyordu. İlk defa böyle bir manzara ile karşılaşmıştı, beyni de yüreği de bu görüntüyü kaldıramıyordu ama olay yerini incelemek zorundaydı. Olayın intihar mı, yoksa bir cinayet mi olduğunu anlayabilmek için tüm delillerin toplanması gerekiyordu. Midesi bulandı, kusmamak için kendini zor tutuyordu ama ekip arkadaşı pek aldırmıyordu odadaki manzaraya, alışkındı bu durumlara. İnceleme tamamlandıktan sonra gerekli ifadeler alındı ve olayın intihar olma ihtimalinin yüksek olduğu sonucuna varıldı. Annesinin ağlayarak verdiği ifadeye göre yoksul bir aileydiler, oğlu uzun zamandır iş aramasına rağmen hâlâ işsizdi. Sevdiği biri vardı ve onunla evlenmek istiyordu ama ekonomik durumları buna izin vermiyordu. Evrak işlerini tamamlayıp dosyaları savcılığa teslim ettiğinde öğleden sonra olmuştu. Günün geri kalanında olanlar hiç aklından çıkmamış, bütün gün yemek bile yiyememişti. Hayat herkese adil davranmıyor diye düşünerek dalgın bir şekilde meydanda yürürken kendisine doğru bakan yeşil paltolu yaşlı adamı fark etti. Yaşlı adam donmuş gibi ona bakıyordu, göz göze geldiklerinde bakışlarını kaçırarak hızla yoluna devam etti. Polis memuru anlam veremedi bu olaya.

   Yaşlı adam polisi gördüğünde kırk iki yıl önce yaşadıkları aklına gelmiş ve donup kalmıştı. Polis onu fark edince iç güdüsel olarak bakışlarını ondan kaçırarak hızlı adımlarla uzaklaşmaya başladı. Onun için polis demek işkence demekti, 1980 askeri darbesinden sonra gözaltında işkence görmüştü. Söylenilene göre gözaltında on beş gün kalmıştı ama ona hiç bitmeyen aylar gibi gelmişti. Bu süre içerisinde gün ışığını hiç görmemiş, zaman kavramını kaybetmişti. O günlerde yaşadıkları hâlâ rüyalarına giriyor, uykusundan kan ter içinde sıçrayarak uyanıyordu. Kırk iki yıldır deliksiz uyuduğu tek bir gece bile olmamıştı, gözleri bağlı bir şekilde işkenceye uğradığı günlerden hafızasına kazınan işkencecilerinin sesi uykularını bölüyordu. Ciğerlerindeki hastalık ıslatılıp soğuk ve rutubetli hücrede bırakıldığı günlerden kalmaydı, midesindeki sorun da aynı şekilde o günlerin eseriydi. Yaşından çok daha yaşlı görünse de uzun bile yaşamış sayıyordu kendini, birkaç hayatlık acı çekmişti ömrü boyunca. Daha ne kadar yaşarım ne acılar çekerim diye düşünürken elindeki çantayı yere düşürdü. Yanından geçmekte olan genç kadın çantasını yerden alarak ona verdi ve gülümseyerek yanından uzaklaştı. Yaşlı adam genç kadının arkasından bakarken her şeye rağmen yaşam bir şekilde devam ediyor diye geçirdi içinden.

   Genç kadın yaşlı adama çantasını verdikten sonra ivedi adımlarla arkadaşı ile buluşacağı meydana giriş yaptı. Buluşacağı kişi uzun yıllardan beri tanıdığı en yakın dostuydu. Her şeyini paylaşabildiği, yanında kendini çok iyi hissettiği, her zaman güvendiği ve değer verdiği biriydi. Tanıştıklarında ilk gençliğe adım atıyorlardı, hayatı birlikte tanımışlar ve hayatın zorluklarını birlikte aşmaya çalışmışlardı. Zaman zaman kendisini anlayan tek kişinin o olduğunu düşünüyor, onu asla kaybetmek istemiyordu. Bu dünyada tek olmadığını bilmek, kendisini anlayan bir dosta sahip olmak iyi hissetmesini sağlıyordu. Onu görebilmek için etrafına bakındı, on dakika kadar gecikmişti. Mutlaka tam saatinde gelmiştir, buralarda bir yerdedir diye düşünürken tarihi caminin bahçe duvarının önünde bir ağacın altında beklerken buldu onu. Genç adam onu gülümseyerek karşıladı, o da gülümseyerek kollarını uzattı ve kucaklaştılar.

   Onu gördüğünde genç adamın yüreğinde güneşler açmıştı, günü aydınlandı. Birbirlerine sarıldıklarında kalbi bir kez daha bağlandı ona, bu duyguyu seviyordu. Hayat yan yana geldiklerinde akmaya başlıyordu sanki, o yokken dünya duruyor ve zaman akmıyordu. Onsuzken geçmeyen zaman bir araya geldiklerinde hızla geçmeye başlıyordu. Oysa o yan yana olduklarında zamanı durdurmak istiyor, onsuz geçen zamanı yaşamadan atlamak istiyordu. Yan yana yürümeye başladıklarında daha ne kadar böyle sürebilir diye düşündü, yüreği daha ne kadar dayanabilirdi bu duruma?


1 kişi beğendi.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.
Ad :
E-Posta :
Yorum :
Label